Git gide dengesizleşen Amerika

Dünyanın güneyinde bulunan devletlerde istikrarsız bir seyrediş olduğunu düşünmeye alıştık. Öyle ki; dünyanın kuzeyi, sivil savaşlar yaşanan bu bölgeleri "başarısız devletler" diye adlandırıyor. Bu bölgelerde yaşayanlar için hayat çok belirsiz. Yerinden edilen büyük nüfuslar, ve bu nüfusları dünyanın "daha güvenli" bölgelerine kaçırma çabaları… Bu daha güvenli yerlerde iş imkanı ve daha yüksek yaşam standartları olması bekleniyor.

Amerika, dünyanın büyük bir kısmında göç edilecek yer olarak düşünülüyor. Bir zamanlar bu düşünce doğruydu. Yaklaşık 1945'ten 1970'e kadar Amerika, içinde yaşayanların ekonomik ve sosyal bakımdan iyi durumda olduğu, dünyanın egemen gücü konumundaydı.

Sınırlar göçmenlere kapalı olsa da, bir şekilde sınırları geçmeyi başaran göçmenler oluyordu ve bunlar çok şanslı sayılıyor, diğer göç arayışındakiler için örnek alınacak kişiler oluyorlardı. Bu süreçte Amerika'dan dışarıya göç çok çok azdı.

Amerika'nın dünya sistemindeki egemenliğini sürdüğü bu altın çağ, 1970 dolaylarında gerilemeye başladı ve o zamandan beri de giderek gerilemeye devam ediyor. Peki bu durumun belirtileri nelerdir? Çok fazla belirtisi mevcut, bu belirtilerden bir kısmı Amerika'nın kendi içinde, ve bir kısmı da dünyanın geri kalanının Amerika'ya karşı tavır değişikliğinde açıkça gözlemlenebiliyor.

Amerika'da, neredeyse herkesin olağandışı ve dönümsel gördüğü bir başkanlık mücadelesi döneminden geçiyoruz. 'Yerleşik düzen' olgusuna karşı seferber olan büyük bir kamuoyu kitlesi ile karşı karşıyayız, ve bu kişilerden çoğu ilk kez oy verecek nesil. Birincil Cumhuriyetçi sürecinde Donald J. Trump adaylığını bu durumu kullanarak, daha doğrusu bu yangını 'körükleyerek' sürdürüyor. Geleneksel Cumhuriyetçilerin tüm çabalarına rağmen başarılı oluyor gibi de görünüyor.

Demokrat Partide durumlar benzer ama tıpa tıp aynı değil. Başlarda belirsiz olan Senatör Bernie Sanders dile getirilen hoşnutsuzlukları daha çok solcu bakış açısı ile ele alıyor. Haziran 2016 itibarıyla, bir zamanların 'karşısında durulamaz' adayı Hillary Clinton'a karşı oldukça etkileyici bir kampanya yürütüyor. Adaylığı alması pek olası görünmese de, Clinton'ı (ve Demokrat Partiyi) oldukça zorladı. Ve Sanders bunu  daha önce hiçbir seçimde Demokrat olarak yer almamasına rağmen başardı.

Başkanlık seçimi yapılınca bütün bu suların durulacağını ve 'normal' merkezci politik kararların tekrar hüküm süreceğini düşünebilirsiniz. Böyle öngören bir çok kişi var. Peki bütün bunlar sona erdiği zaman, asıl hoşnut olmadıkları durum zaten " 'normal' merkezci politikalar" olan, ve bu sebeple adaylarını destekleyen kişilerin tepkisi ne olacak? Mevcut şampiyonlarından memnun olmadıklarını fark ederlerse ne olacak?

Amerika'daki bir başka değişimi daha ele almamız gerekiyor. 23 Mayıs'ta The New York Times gazetesi ön sayfada silah şiddeti ile ilgili "bitmek bilmeyen ama duyurulmayan" isimli uzun bir makale yayımladı. Makale, reklamı iyi yapılan, katliam diye adlandırdığımız geniş çaplı silah şiddeti ile ilgili değildi. Bunun yerine, polislerin kaza diye adlandırdığı ve gazetelere hiç çıkmayan şiddetin peşine düşülmüştü. Makalede bu olaylardan biri detaylı olarak tasvir edilmiş, ve şu şekilde adlandırılmıştı; "toplumsal şiddetin farklı bir kaynağının belgesi - o kadar sistematikleşti ki neredeyse herkese görünmez hale geldi, tabii geneli Siyahi olan kurbanlar, kurtulanlar ve saldıranlar hariç."

Bu "bitmek bilmeyen ama duyurulmayan" ölümlerin sayısı arttıkça,  bu şiddetin Siyahi azınlık mahallelerini aşıp Siyahi olmayan bölgelere  ulaşması ihtimali çok da imkansız değil. Gidişattan memnun olmayan kesim de bir konuda haklı ki Amerika'da hayat, bir zamanlar olduğu kadar iyi değil.  Trump slogan olarak "Amerika'yı yeniden mükemmel yap" cümlesini kullandı. Buradaki "yeniden" kelimesi geçmişte yaşanan altın çağa atıfta bulunuyor. Sanders ve Clinton da geçmişte yitirilen bir şeyleri arar gibiler.

Tüm bu zaman boyunca Amerika, dünyanın geri kalan kısmındaki otoritesini kaybetmeye devam etti. Artık dünyaya hakim olmadığı bir gerçek. Amerika artık zayıf ve kararsız bir global partner olarak görülüyor.

Bu görüşe sahip olanlar sadece geçmişte Amerikan politikasına şiddetle karşı çıkan Rusya, Çin ve İran gibi ülkeler değil. Amerika'ya müttefik sayılabilecek İsrail, Suudi Arabistan, İngiltere ve Kanada gibi ülkeler de artık bu görüşteler. Evrensel ölçütte Amerika'nın jeopolitik arenadaki 'güvenilirliği' altın çağındaki yüzde 100'lük bir rakamdan çok uzaklaştı, günbegün de uzaklaşmaya devam ediyor.

Amerika'da yaşamak daha güvensiz hale geldikçe, göç sayılarının artışını gözlemlemek gerekir. Dünya'nın diğer yerleri güvenli olduğundan değil; Amerika'dan daha güvenli olduğundan. Diğer yerlerde yaşam standartları çok yüksek olduğu için de değil, ama en azından Amerika'dan daha yüksek.

Tabi ki herkes göç edemez. Maliyet ve diğer ülkelere erişebilirlik gibi bir çok soru işareti mevcut. Şüphe yok ki, göç sayısını ilk artıracak olan grup, en ayrıcalıklı sektörler olacaktır. Bu durum ise orta sınıfı kızdıracak, kızgınlıklarına şiddet ile karşılık verilecek, ve bu şiddet de yalnızca kızgınlıklarını besleyecek, daha da büyütecektir.  

Peki Amerika'nın dönüşümüne karşı tutumu hafifletmenin bir yolu yok mu? Eğer Amerika'yı yeniden mükemmelleştirmeye çalışmayı bırakıp, dünyayı herkes için daha iyi bir hale getirmeye odaklanırsak, "yeni dünya" hareketinin bir parçası olmuş oluruz. Tüm dünyayı değiştirmek, Amerika'yı da değiştirecektir. Değişimin anahtarı ise altın çağ özleminden vazgeçmek - ki bu altın çağ, dünyanın geri kalanı için pek de altın bir çağ sayılmaz!

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YORUM YAZ