Her devrin İslamcısı

Said Halim Paşa yaşarken İslamcılık, bir yönüyle bugünlerde ısrarla bahsedilen "Sultan II.Abdulhamid'i anlamak" mottosunun aksine, Sultan II.Abdulhamid'i ısrarla anlamamaktı. Sonraları Sultan II.Abdulhamid'i anlamanın öneminden bahseden isimler o dönemin hızlı İslamcılarıydılar. Hızlı muhaliftiler. Said-i Nursi muhalifti, Said Halim Paşa muhalifti, birinci meclisin İslamcı vekilleri saltanata muhalifti. Hasılı o dönem İslamcılık, halifenin zatına muhalefetti.

Sonra Anadolu kıtası kadar büyük dava taşının topraklarının başına gelebilecek en büyük musibet geldi. Mustafa Kemal'in ardından İslamcılık evvela "Şu kaybettiğimiz izzeti geri kazanabilir miyiz?" sorusuna bir cevap olarak Şeyh Said Efendi'nin isyanına dönüşüverdi. Muvaffak olunamadı ve nitekim hemen peşisıra Said Efendi'nin öngördüğü ne varsa gerçekleşti. Sadece harfler değişmedi. Sesler de değişti. Arap harflerini anımsatan ne varsa unutulsun diye ezan dahi Türkçe okunuyordu. İsmet Özel'den mülhem ifade edilesi büyük bir kötülüktü gürültüsü çıkan. Binlerce yılın yabancı bir sesti minarelerdeki:

Tanrı uludur. Tanrı uludur.

İslamcılık artık kuytu köşelerdeydi. Karanlık köşelerde gizli gizli okunan hakikatler üç kişinin yanında bile dillendirilemiyordu. O günlerin riski, gizli gizli 'eski harflerle yazılmış Kur'an' okumaktı.

Türkiye'nin İslamcı sanılan / sayılan ilk Cumhuriyetçi demokratı Adnan Menderes devrinde ise artık ezanı Arapça okutmayı tebaasına bahşeden haşmeti kendinden menkul devletin gözünde İslamcılık Said-i Nursi'nin kitaplarını okumaktı. Mürteci, Said-i Nursi'nin kitabını okuyanlar iken memleketin tehlike ihtiva eden cerayanı da 'Nurculuk' oluverdi.

Evinde her daim Risale-i Nur bulundurduğu rivayet olunan Ispartalı Süleyman Demirel'in devrinde ise İslamcılık tabii olarak Said-i Nursi'nin kitaplarını okumak değildi. Zaten Said-i Nursi çoktan ölmüş gitmişti. Demirel, siyasette yan da değil dikine yükselince bu kez kuşun canlısını isteyen Necmeddin Erbakan'ın söylediklerini tekrar etmek İslamcılık halini aldı. Erbakan Hoca vefat edene kadar öyle ya da böyle İslamcılık aslında 'Erbakancı' olmaktı.

"Erbakancılık" tarihsel serüveni ise İslamcılık kadar hayreti mucib idi.

1970'lerin Türkiye'sinde İslamcılık horoz dövüşüne aldanmamaktı. Ağır sanayi hamlesiydi. Sağ-sol meselesine gençleri kurban etmeme gayretiydi.

1980'lerde ise bir kademe yukarı çıkan yurdum Müslümanları için İslamcılık artık kuşun sadece canlısını değil uçanını istemekti. İslamcılık, Humeyni'nin yaptığı devrimin bir benzeri için 'devrimci' projeler haline getirilirken Erbakan Hoca da bir yandan siyasetin yıldızı halini aldı. İslamcıyım diyenlerin önemli kısmı oy vermeyi şirk sayarak oy vermese de Hoca iktidarı tırnaklarııyla kopartıp almıştı.

Sonra 28 Şubat dediğimiz garabet geldi. İslamcılık artık 'Devlet bizim olacak' talebinden 'Yahu hiç değilse başörtülü kızlarımızı okula alın' eylemlerine dönüştü. Öyle bir noktaya geldik ki en İslamcımız, en büyük kahramanımız başörtülü kızları üniversiteye sokabilendi. Seküler okullarda başörtülü kızların tam olarak nasıl 'İslamcı' kalabileceği hiç hesap edilmeden girilen bu yolun sonu elimizde kalan İslamcılık oldu.

Harflerimiz hala Latin harfleri, tatilimiz hala Pazar, devletimiz hala laik, sistemimiz hala gayri adil ancak bu garabet içerisinde bir şekilde hükümetimizin başı İslamcı.

Ve bir sabah uyandık ki her devrin İslamcısı olmuşuz ve üzerimizde sırıtan bir renk yok artık.

Bizden önceki devrin İslamcıları bir şeyi tutuyordu ancak bizim artık tutacağımız bir renk olmadığı gibi tutunacağımız bir dal da kalmış değil.

Her devrin İslamcısı olmak ise sanıldığı kadar zor zanaat değil. Geleni savunup gidene sövmeyi bihakkın öğrendiyseniz siz de oldunuz.

Yolunuz açık olsun.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YORUM YAZ